
Susuz kalmış bir rüyanın ortasında gördüm yitirdiklerimi.
Korkularımızı saklamaktan sıkılmıştık. Tüm insanlık adına birinin cesur olması gerekiyordu. Birinin çıkıp ‘ben yaparım!’ demesi gerekiyordu. Birinin çıkıp ‘ben sevdiğim insanların öldüğünü görmüyorum kabuslarımda!’ demesi gerekiyordu. Ya da birinin ‘benim kaybedecek bir şeyim kalmadı. O yüzden ben yaparım!’ diye ileriye atılması gerekiyordu. Yine birinin sonuçlarını düşünmemesi gerekiyordu belli ki.
Demem o ki; korkuyoruz. Hem de deliler gibi. Her şeyden. İstemekten, reddedilmekten, terk edilmekten, sarhoşken kusmaktan, telefonları açmaktan ve telefonları kapatmaktan; ihtimalerin içinde son kez duymak varmış çünkü karşı taraftaki sesleri.
Bir sabaha karşı anladım içimdeki telaşların nedenini. Ve başkalarının telaşlarının nedenini. Ve kaçıp gidenlerin sebeplerini. Ve yitirdiklerimi.
Arasındayım şimdi. İnsanlarla geçmişlerini düşünmeden tanışamaz hale geldim. Birine nasıl korkularını sorabilirsiniz ki ismini sormadan? Nasıl dersiniz ‘yalnız değilsin ama senin için hiçbir şey yapamam. Kendi korkularımla meşgulüm’ diye, henüz elini sıkmamışken.
Deli gibi korkuyoruz şimdi. Çünkü sanırım daha fazlasıyla nasıl baş edilir bilmiyoruz.