
Zamanı iki elimle tutarak durdurmayı çalıştım. Bir nevi çocukluktu bu yaptığım.
Göremediğim şeyleri tutma çabam ve ben, yine bir sabah, daha hava bile aydınlanmamışken hayaletlerle uyandık. Hayaletlerle saate bakıp hayaletlerle sabah kahvesini yaptık. Başka hiçbir duyguyu bu kadar iyi bilmediğimi fark ettim. Başka hiçbir his bu kadar yer etmedi şahsiyetimde.
‘Ne
kadar zamandır bir düşün peşine düşmemiştin?’, diye sordu
hayaletin biri. Tanıdıktı çehresi ama kim olduğunu düşünmek
istemediğim için unutulmuştu belki de. ‘Ne zaman sabahları
kahvaltı yapmayı bıraktın?’, diye sordu bir diğeri. Cevabını
bildiğine emindim. ‘Daha sık aramalısın anneni’ dedi bu sefer
bir başkası, sanki daha sık yapmam gerekenlerin listesi aklımın
bir köşesinde çakılı değilmişçesine. Bir diğeri gerekesiz
oyalandığımdan gem vurdu; bir diğeri ne zamandır kayıp olan
bardağı buldu, üst rafların en dibinde. Belki de hiç
kaybolmamıştı en başında. Belki de bilerek saklamıştım, yine
hatırlayamadığım bir sebepten ötürü.
Birazdan her
gün arşınladığım yollara çıkacağım yine. Sanırım en başı
çekeceğim ve arkamda kuyruk olacak bu hayaletler. Belki de
susacaklar, yarın gün ışığıncaya kadar yine.
Ve yine belki de tüm çocukluklarıyla durdurmaya çalıştığım zamanlar üzerinden yargılayacaklar beni. Tek bir bardakla, tüm bir geçmişi sorgulatacaklar.