
Uykumuzun en güzel yerinde kayan bir yıldızın peşinden koşmak için uyandırılmış gibi hissediyoruz. Bir şeyler tam olmak üzereymiş de olamamış gibi. Çok istemişiz vitrindeki radyolu çalar saati, tam sahip olabilecekken biz, son kalanı da satılmış gibi. Çok şekilciymişiz de karakterlerimizi bir hiç uğruna öldürmüşüz gibi.
Sabahları toplanmamış yataklar gibi gecenin yorgunluğu sarmış bizi. Kısa vadeli hedeflerin kuklaları olarak bulmuşuz kendimizi. Birilerini mutlu etmekten başka mutluluk formülleri keşfetmemişiz. Neleri sevdiğimiz önemli değilmiş de, neleri sevmemiz gerektiğini tartışmışız yuvalak masalarda. Hepimiz kabul etmişiz: biz elmayı seviyoruz diye, onun da bizi sevmesi gerekmediğini. O kadar kabullenmişiz ki bunu, kendimizi bit pazarında satılığa çıkarırken gerçek değerimizi sorgulamak aklımızın ucundan dahi geçmemiş. Aç kalmış kimliklerimiz. Açıkta kalmış boynumuz en savunmasız gecelerimizde.
Uykumuzun en güzel yerinde uyandırılmışız şimdi. Her şey, elma dahil, yarım kalmış yatağın içinde.