‘Gece değil bitmeyen, uykusuzluklarımız’ demiştim ya sana hani. Uzun yolculuklarda uyuyamayanlar anlamıştı bir tek beni.
Üzgünüm aklına düştüğüm için durup dururken, olmadık bir yerde. Kaç kasırga gördü bu şehir ya da her canı yanan bir orman yaktı mı? Doğal afetleri, film efektleriyle karıştıran bir mizacın var hani ya da sana yazılan şiirleri düzyazılarla birlikte kompozisyon yarışmalarına sokan alaycılığın. Sen gel otur bu bahçede, kuşlar yemlesin seni.
Dinlesen, duysan keşke dediklerimi: Gece değil bu bitmeyen, uykusuzluklarımızdır bizim. Çıkamadığımız hendeklerimizdir, birbirimizin ismini söyleyemeyişlerimiz.
Üzgünüm, acıyan ruhlarımıza ve buna bir reçete yazılamamasına. Hem ben kim oluyordum da ilgilendiriyordum ki seni? Gecenin ortasında aynı saatin saniye sesi çınlıyordu oysa: Senin bana gelişin geceden de değildi.