Sana iyi geldiğimi söylemiştin. En ucuz romana, en klişe başlangıç sözü olurdu bu belki de. Dünya’yı yörüngesinden izliyordum oysa, görememiştim.
İnanmak adına yazdığım bir deneme örneğiydi bu. Senin doğrularını değil de, kendime neyi nasıl yedirdiğimin çalakalem resmiydi belki de. Düştüğüm kuyu, beklediğim zamanlar, uyku tutmayan gecelerde kendime arkamı dönüşlerimdi. Önce sana, sonra vicdanıma yenilişlerimdi.
Dümdüz bir olduramayışın hikayesiydi. Önce bir ‘Neden?’, sonra binlerce daha ‘Neden?’ ve en sonunda kendime sorduğum ‘Nasıl?’dı varlığın. Ben nasıl bu kadar körleşmiştim? Nasıl her şeyi hiçe sayıp da nasıl bu kadar kör olabilmiştim. En ucuz romanların, en klasik gelişme paragraflarıydı hani. Bir sonuca bağlamamak için herkesi karşıma alıp direnmiştim.
Bile bile ladesti. Üzgündüm ve üzerine bile gidememiştim. Şiir kitaplarının yerlerini değiştirmiştim raflardaki. Seni birinin içine hapsedememiştim. Bana bir cümleyle gelmiştin ve kaybetmek istememiştin. Bir kere değil, iki kere gitmiştin. Uykusuz bir geceydi yüzün, ben de sevmiştim. Çocuk gibi gizlemiş, başkaları duyar da yargılar diye söyleyememiştim.
Benim seni vurmam gerekirdi bu hikayenin sonunda. Oysa sen tüm kitabı kurşuna dizmiştin. Ucuzdu, kimsesizdi ama en sonunda benimdi.
Uzun zamandır ben, hiç bu kadar dibi görmemiştim.